Blog Listem

11 Mart 2011 Cuma

Bhagwan Shree Rajneesh,Osho.Çocuk!


Sizinle bişey paylaşmam gerek uzun zaman önceden beri!


Başka bir Rüzgar ın kocaman gönüllü Annesi Iraz'ın; blogunu karıştırırkene bulduğum oku paylaş sitesi http://okuanlat.blogspot.com/ dan!

Mevzu samimice daha önce hiç adını duymadığım ve üstüne üstlük okumadığım bir kitap.

Osho(Bhagwan Shree Rajneesh) nin Çocuk kitabı!


Kendisi şu anda hayatta olmayan Hintli bir felsefe öğretim üyesi ve sorgulamaları neticesinde kendi kuramlarına ulaşmış çok kerede yalnış anlaşılmış ulaşmış bir düşünür zannımca!

Hindistan da uzun zamandır bir komini olan ve ölümünden 10 sene sonra bile taaa oralara insanları çeken bir anlayış tarzı!

Ben bu özet kısımla tanıştım Osho ile,


Şahsen her okuduğuma hak veriyor değilim,okuduklarımı negatif bakış açısı ile sorguluyor da değilim,sadece süzüyorum şimdilik ve altta kalanlar benim bakış açım oluyor!

Adı yok sanı yok inandıklarım,savunduklarım ve doğrultusunda yaşadıklarımın...

Ama burada cidden kendime bir yakınlık hissettim,mesele benim çocuğum değil,dünyanın çocuğu burada da!

Montessoride de kapılıp gittiğim,sizin olanı siz olmadan varlığı ile bu dünyada tek başına ele almak!

Ben cidden çıktısını çantama atıp bir kaç kez okudum,eldekiler biter bitmez kendimden korksamda kitaba da kapılıp gitmek istiyorum.

Bir okuyun derim Tavsiye!

Bir arada bir kaç hayata dair söylemini buldum Osho nun,onları paylaşacağım sizle ama şimdilik mesele

Çocuk!


OSHO,ÇOCUK

ÇOCUĞUN NİTELİKLERİ…

Dinlemek ve duymak tamamıyla farklıdır.

Çocuk şöyle diyor: “Duymakla ilgili bir zorluk yaşamıyorum ama dinlemekten bıktım. Duymak zorundasın –geveze anne oradadır- ama dinlemekle ilgili sorunum var. Dikkatimi veremiyorum.” Anne ve onun gevezeliği çocuktaki kıymetli bir şeyi mahvetmiştir: Onun dikkati. O son derece sıkılmıştır……

Masumiyet, cesaret ve saflığın her ikisidir……Daha iyi bir dünyada her aile çocuklardan öğrenecektir. Onlara öğretmek için çok acele ediyorsun. Öyle görünüyor ki hiç kimse onlardan öğrenmiyor ve onların ne kadar çok öğretecek şeyi var.

Ve onlara öğretecek senin hiçbir şeyin yok……Senin masumiyet olarak gördüğün şey vahşi olmaktan başka bir şey değildir. Senin saflık olarak gördüğün şey vahşi olmaktan başka bir şey değildir.


Bir şekilde medeniyetin pençelerinin dışında kaldım…...Ve bir kez yeterince güçlü olduğumda...Ve insanlar bu yüzden, “Çocuğun mümkün olduğunca çabuk yakasına yapış, vakit kaybetme çünkü çocuğu ne kadar erken kontrol edersen o kadar kolay olur. Bir kez çocuk yeterince güçlenirse o zaman onu isteklerin doğrultusunda boyun eğdirmek zor olacaktır” diye ısrar eder...

HAMİLELİK, DOĞUM VE BEBEKLİK…

Çocuklar senin aracılığınla gelir ama sana ait değildir. Onlara sevgini verebilirsin ama onlara fikirlerini dayatmamalısın……Ve “İnsanların sorunu nedir? ” diye sor.

Bu tek bir şeye indirgenebilir: Anne. Çünkü anne psikolojik bir rahim sunmaya yeterli değildi, anne manevi bir rahim sunmaya yeterli değildi. Psikolojik olarak nevrozluydu, manevi olarak boştu. O yüzden çocuk için manevi besin yoktu, beslenmiyordu.

Çocuk dünyaya fiziksel bir varlık olarak gelir, bir ruhu olmadan, merkezi olmadan. Anne merkezde değildi; çocuk nasıl merkezde olsun? Çocuk basitçe bir devamdı, annenin varlığının bir devamı……Ne tür bir ruhun geleceği senin nerede olduğuna bağlıdır……

Bir anne bir çocuğa sarıldığında enerji akar. Enerji görünmezdir; biz ona sevgi, sıcaklık dedik...

Annesi tarafından sevilmemiş çocuk kendisini varoluşta yabancılaşmış olarak bulacaktır. Varoluşa güvenemez. Kendi annesine bile güvenemezken başka birine nasıl güvenebilsin.

Güven imkânsız hale gelir. Dünya ona eviymiş gibi gelmez. Şayet anne mutluysa, çocuğu emzirmekten keyif alırsa o zaman çocuk asla çok yemez çünkü güvenir; annesinin her zaman orada olduğunu bilir. Ne zaman aç hissetse ihtiyacı giderilir, o asla çok fazla yemez……

Çocuk en başından itibaren yiyecek ve sevgi fikrini eşleştirir. Onlar neredeyse aynı madalyonun iki yüzü haline gelir. Onun sevgi nesnesi ve fikir nesnesi aynıdır……

Ağlamak onda derin bir ihtiyaçtır. Ağlayarak o, her gün katarsisten geçer…

Aksi taktirde durdurulmuş bir ağlamayla engellenmişlik durdurulur. Artık o bunu üst üste yığmaya devam edecektir. Ve sen üst üste yığılmış bir ağlamasın…..


Çocuk ne zaman hasta olursa ona daha çok ilgi gösterilir. Bu onda yanlış bir çağrışım yapar: Hasta olduğunda o diktatör halini alır, kendi kurallarını dayatır. Hastalıkların yüzde doksanı kendi kendine yaratılır, ilgi çekmek için, şefkat almak, önemli hissetmek için senin tarafından üretilir……“Yapamazsın, yapmayacaksın” bunların hepsi kirli sözcüklerdir…

KOŞULLANMA…

Onların mahremiyete, tam mahremiyete ihtiyacı vardır…

Bir çocuk mahremiyete, muazzam bir şekilde, mümkün olduğunca çok, maksimum düzeyde ihtiyaç duyar, böylelikle kendi bireyselliğini müdahale edilmeden geliştirebilir……


Anne babalar ne zaman çocuğu içine kapalı ya da tek başına görseler endişelenirler; hemen müdahil olurlar……Kişilik bir sargıdan başka bir şey değildir. Kişilik ( personality) güzel bir sözcükten, persona’ dan gelir; persona’ nın anlamı maskedir.


Eski yunan tragedyalarında aktörler maske kullanırdı. Sona ses demektir, per içinden demektir……Çocuklar tek başlarına kalmaktan çok hoşlanırlar. Evet, anne babalar dikkatli, tetikte olmak zorundalar ki böylelikle çocuğa hiçbir zarar gelmesin ama bu negatif bir dikkattir; pozitif olarak müdahale etmemelidirler……

Çocuklara soru sorabilecekleri şekilde yardım edilmeli ve anne babalar bu soruları gerçekten bilmedikleri sürece yanıtlamamalılar……“Söylediğim şeye inanmayın!



Benim deneyimim bu ama onu size söylediğim anda o yanlış hale gelir çünkü o sizin için bir deneyim değildir. Ödünç alınmış bir bilgi engeldir”……Sirkte olan şey her zaman budur. Gidip görebilirsin. Aslanlar, güzel aslanlar bile kafestedir ve filler sirk yıldızının kamçısına göre hareket eder. Onlar aç bırakılmıştır ve sonra da ödüllendirilmiştir; ödül ve ceza. Tüm numara budur…

Toplum anne baba iradesinin geniş halidir; anne baba bu toplumun ajanlarından başka bir şey değildir……Evet, bu basitçe hayatta kalma ihtiyacıdır.

Çocuk yaşamak ister, bu yüzden uzlaşmaya başlar……O boyun eğdiği için ödüllendirilir; onun boyun eğmemesi cezalandırılır……

Çocuklara saygı göster çünkü onlar kaynağa daha yakındır, sen çok uzağındasın…

Bir anne de, bir baba da çocuklarına,

“Bizden özgürleşmen gerek. Bize itaat etme, kendi zekâna güven. Yanlış yöne gitse bile bir köle olarak kalmandan ve her zaman doğru olmandan çok daha iyidir. Kendi başına hata yapıp onlardan öğrenmen, başka birini izleyip hata yapmamandan daha iyidir. Ancak o zaman takip etmek dışında bir şeyi asla öğrenemeyeceksin ve bu zehirdir, saf zehir” demek cesaret ister ve muazzam bir sevgi gerektirir……

Normalde “hayır” denilen durumların yüzde doksan dokuzunda sadece otorite göstermek dışında bir neden yoktur……

O tıpkı dünyanın kendi ekseninde yirmi dört saatte bir dönüş yapması gibi yedi yıllık hareketler yapar…

İlk yedi yıl çok önemlidir çünkü hayatın temelleri burada yatar…Eğer bir çocuk yedi yaşına kadar masum, başkalarının fikri ile kirletilmeden bırakılabilirse, o zaman onun potansiyelinin gelişmesinden onu alıkoymak imkansız hale gelir…


Yedi yaşından on dört yaşına kadar olan bir sonraki yedi yıllık döngü, hayata yeni bir katkıdır:

Çocuğun cinsel enerjilerinin ilk kıpırdayışıdır; ancak bunlar sadece bir tür provadır…

İkinci yedi yıl, hayattaki ikinci döngü, bir prova olarak önemlidir. Onlar buluşacak, karışacak, oynayacak, alışacaklar. Ve bu insanlığın neredeyse sapıklıklarının yüzde doksanından kurtulmasına yardım edecektir…

ANA BABALAR İÇİN TAVSİYE…

Mutsuzluk çok bulaşıcıdır, o bir hastalık gibidir. Eğer sen mutsuzsan seninle bağlantısı olan, ilişkisi olan, özellikle de çocuklar çok mutsuz olurlar. Ve çocuklar çok duyarlı, çok kırılgandır…

Gerçekçi ol. Bir kurgu yaratma. Bir kurgunun içinde yaşıyor olmalısın. Asla bir “-meli” ile yaşama. Olanla yaşa; var olan her şey budur. Olan her şey, olandır……

Sen bir anne olmayı seviyorsun ve çocuğa minnet duymalısın……

Geçmiş zamanlarda çocuklar anne babalarından korkardı. Artık anne babalar çocuklarından korkuyor ama korku hala ortada. Tekerlek hareket etmiştir ama o aynı korkudur ve bir ilişki yalnızca korku yoksa var olabilir. Sevgi sadece korku olmadığında mümkündür……Şimdi sadece doğal ve mutlu ol! Çocukla dans et, çocuğu sev, çocuğa sarıl……

Bazen öfkelenmek iyidir. Çocuk anne ya da babasının bir insan olduğunu öğrenmek zorundadır. Ve o da kızabilir. Ve eğer sen kızarsan çocuk da kızmakta özgür hissedecektir. Eğer sen asla kızmazsan çocuk suçlu hisseder. Her zaman bu kadar tatlı olan bir anneye nasıl kızmalıdır?...…


Sadece tatlı olma; ruh halin değiştikçe bazen acı, bazen tatlı ol. Ve bırak çocuk annesinin kendine ait ruh halleri ve değişik iklimleri olduğundan haberdar olsun; o da kendisi gibi bir insan…


Bir çocuk yumuşaklığa ve sertliğe, yin ve yang’ a her zaman hazırlıklı olmak zorundadır. Durum ne olursa olsun, karşılık verebilmelidir……

Tüm çocuklar ölümle ilgilidir; bu doğal meraklardan bir tanesidir. Ölümle ilgili soruları cevaplama; sadece bilmediğini, öleceğimizi ve göreceğimizi söyle. Ve bunun cevabını bilmediğin her şey için sessiz bir kabul olmasına izin ver…


Şayet, bazen çocuğunda hoşuna gitmeyen bir şeyler bulursan kendi içine bak, onu orada bulacaksın; o çocuğa yansıtılır…


Anne babalar çocukları hakkında şikayet ederken ne yaptıklarının farkında değildirler çünkü benim gözlemime göre çocukta yanlış bir şey varsa bu anne babadan geliyor olmalıdır. O yüzden çocuğun ne olmasını istiyorsan, ol. Dingin ol, şefkatli ol, sevgi dolu ol, neşeli ol……

Sevgini ver ama hükmedilme. Çünkü çocukların algısı çok gelişkindir.....


Göründüğü kadarıyla onun hakkında aşırı endişelisin. Bazen bu bile onun zihninde gerginlik yaratabilir. Ona her şekilde özen göster ama endişelenmek özen göstermek değildir.Endişe çok tahrip edicidir......


Hiçbir ilgi kötü değildir ama aşırı ilgi kötüdür......

Anne aşırı güçlüdür ve onlar yumuşaktır ya da anne onların güçlü olmasına izin vermez. O zaman onlar tüm hayatları boyunca annelerin etrafında dolanırlar.


Onlar yaşlansa bile, anne ölmüş ve gitmiş olsa bile hala önlüğünün iplerine tutunurlar; derinde onlar hala anneye bağımlıdır. Bu patolojik bir hal alır. O zaman adam karısına annesiymiş gibi bakmaya başlayabilir. O bir anne olmadan yaşayamaz. O kendisine annelik yapacak birisine ihtiyaç duyar......Eğer içerde bir şeylerin kaynadığını hissediyorsan ve bağırmıyorsan, çocuk olan şeyden çok rahatsız hisseder çünkü bu onun anlayacağının ötesinde bir şeydir.


O hissedebilir...Senin bütün titreşimlerin bağırıyordur ve sen ise bağırmıyorsun ve hatta sen gülümsüyorsun ve kontrol ediyorsun......

Çocukları kontrol etmenin en iyi yolu...Eğer sen birazcık kaotik hale gelirsen; onlar kontrollü hale geleceklerdir......

Ona daha çok ve daha çok gülmeyi öğret...Onların tüm hayatı bir ibadet olacaktır çünkü kahkaha bir duadır......Eğer çocuk soruyorsa dürüst ol; eğer sormuyorsa gerek yok, henüz ilgilenmiyor...


GENÇLER...

Çünkü yeni kuşak daha zekidir. Zeka problem yaratır. Ve yeni kuşağın daha zeki olması doğaldır. Evrim böyle gerçekleşir......

Çocuklar muazzam bir iş başarabilir ve onlarda bunu yapacak cesaret var. Belki anne babalar bunu yapmayabilir; onlar aşırı derecede koşullanmıştır......Kendini onlara göster ki hiçbir kopukluk olmasın. Bu onların da sana karşı samimi olmalarına yardım edecektir......

Gençlerin bir gruba, herhangi birşeye ait olmak için güçlü bir arzusu vardır. Bu ihtiyaç neyi yansıtır? Bu tarz şeylerin gerçekleşmediğini Doğu’ da görebilirsin. Çocukların aileye ait olması gibi basit bir neden yüzünden bu tarz şeylerin olmadığını görebilirsin......

Bana göre, bu hayal zamanını deneyimlemeleri onların hayatın daha farklı olabileceğini – mutsuz olması gerekmediğini, acı dolu olması gerekmediğini- hatırlamalarına yardım edecektir diye hissediyorum......

Ben maddeciliğe karşı değilim ama tek başına maddecilik seni sadece ölüme götürebilir çünkü madde ölüdür. Eğer o manevi ihtiyaçlara hizmet ederse kesinlikle maddeciliğin yanındayım. Şayet maddecilik efendi değil de bir köle ise; o zaman o son derece iyidir......


Eğer meyve zehirli hale dönüşürse ağacı mı suçlarsın yoksa meyveyi mi? Sen ağaçsın ve bu çılgın görünümlü genç insanlar senin meyvelerin......Mutluluk, kendinden geçmek tamamen unutulmuş bir lisandır. Toplumun mutsuzluğa olağanüstü bir yatırımı vardır......


Toplum insanlıktan daha önemli hale gelmiştir......

Mutluluktan kendinden geçmek her çocukta doğuştan vardır......Toplum hastadır ve o mutluluktan kendinden geçen insanlara izin veremez......Mutluluktan kendinden geçmek kafaya ait değildir. Mutluluktan kendinden geçmek kalbe aittir. Ne zaman bir şeyin içinde bütün olarak varsan kendinden geçersin.

Mutluluktan kendinden geçmek kalbe aittir, bütüne aittir......Çünkü çocukluğundan itibaren sorumlu olmamak öğretilmiştir. Bağımlı olman öğretilmiştir.

Sana babana karşı, annene karşı, ailene karşı, anavatanına karşı, tüm bu saçmalıklara karşı sorumlu olman öğretilmiştir. Ancak kendine karşı sorumlu olman gerektiği, hiç kimsenin senin sorumluluğunu almayacağı sana söylenmemiştir...

EĞİTİM...

Bir insan ne kadar bilgiliyse öğrenme kapasitesi o kadar düşüktür.

Bu yüzden çocuklar yetişkinlerden daha çok öğrenme kapasitesine sahiptir......
Benim eğitim vizyonum hayatın ayakta kalmak için bir mücadele olarak görülmemesidir; hayat bir kutlama olarak görülmelidir......

Ve dünyada mevcut olan herşey – eğitim, seni bunlarla uyumlu olmaya hazırlamalı- ağaçlarla, kuşlarla, gökyüzüyle, Güneş’ le ve Ay’ la. Eğitim seni kendin olmaya hazırlamalı. Şu an o seni bir taklitçi olmaya hazırlıyor; o sana nasıl başkaları gibi olunacağını öğretiyor......

”Eğitim sözcüğünün iki anlamı vardır, ikisi de güzeldir. Ne kadar uygulanmasa da bir anlamı gayet iyi bilinir. O da şudur: Senden birşey çıkartmak. “Eğitim” şu anlama gelir: Tıpkı bir kuyudan su çekmek gibi senin içinde olanı dışına çıkarmak, potansiyelini gerçekleştirmek......

Ve sözcüğün diğer bir anlamı çok daha derindedir: “Eğitim” ( education) sözcüğü educare’ den gelir. Bu seni karanlıktan aydınlığa götürmek demektir. Muazzam öneme sahip bir anlam: Seni karanlıktan aydınlığa çıkarmak......

Ve bu bedel çok büyüktür: Rahatlık edinirsin ama ruhunu kaybedersin......Eğitim şimdiye kadar zekanın eğitimi değil, hafızanın, anımsamanın eğitimi olmuştur. Hafıza zihindeki mekanik bir şeydir. Zeka bilinçtir. Zeka ruhunun bir parçasıdır, hafıza beynin bir parçasıdır. Hafıza bedene aittir. Zeka sana aittir......

Devletin, düzenin ve toplumun kurumlarının hepsinin gelişimi engellediğini unutma. Onlar niçin gelişimi engelliyor? Çünkü her gelişme meydan okuma getirir ve onlar yerleşmiştir. Düzenin bozulmasını kim ister? İktidarda olanlar yeni hiçbirşeyin olmasını istemezler çünkü bu güç dengesini değiştirecektir......Eğitimin parçası olarak hiçbir türden sınav değil, her gün her saat öğretmenler tarafından gözlem olmalıdır. Hiç kimse kalmaz, hiç kimse geçmez: Sadece bazı insanlar daha hızlıdır ve bazı insanlar birazcık tembeldir......

Kişi kendisidir, kıyaslanamaz. Bu nedenle sınavların bir yeri olmayacaktır......Ve herkes doğuştan bir şeydir. Onu ıskalayabilirsin, onu belki de bilmeyebilirsin......

Tıpkı bir bahçıvanın ağaca yardım etmesi gibi...Ağacı daha hızlı büyüsün diye çekemezsin; bu şekilde hiçbir şey yapamazsın, pozitif olarak hiçbir şey yapılamaz. Tohumu ek, sula, gübre koy ve bekle! Ağaç kendiliğinden olur. Ağaç olurken kimsenin onu incitmemesini ve ona zarar vermemesini sağla. Öğretmenin işlevi budur: Öğretmen bir bahçıvan olmalıdır...

ANNE BABAYLA BARIŞMAK...

Öfkenin içinde sen başka birisinin hatası için kendini cezalandırırsın......

Onlara nasıl bir anne ya da nasıl bir baba olunacağının öğretilmesi yerine onlara nasıl bir Hristiyan olunacağı, nasıl bir Marksist olunacağı, nasıl bir terzi olunacağı, nasıl bir tesisatçı olunacağı, nasıl bir felsefeci olunacağı öğretilmişti.

Tüm bu şeyler iyidir ve gereklidir fakat temel birşey eksiktir. Eğer onlar çocuk yapacaksa, o zaman onların en önemli eğitimi nasıl bir anne olunacağı, nasıl bir baba olunacağı olmalıdır......


Artık var olmayan geçmişle mücadele etmek ve kızmakla zamanını ve enerjini heba etmektense tüm enerjini bireyliğinin büyüsü olmaya aktar......



Aile ile ilgili sorun şudur, çocuklar çocukluktan çıkar ama anne babalar asla ebeveynlikten çıkmazlar...


MEDİTASYON...


Meditasyon bizim yitirmiş olduğumuz doğal bir haldir.


Çocuğun gözlerinin içine bak ve muazzam bir sessizlik ve masumiyet göreceksin. Her çocuk bir meditasyon haliyle gelir......

O gerçekten kaybedilemez: O yalnızca unutulabilir.

Biz meditasyoncular olarak doğduk, ondan sonra zihnin yöntemlerini öğrendik......


Elbette o mistikler içindir. Fakat herkes bir mistiktir çünkü herkes fark edilmesi gereken büyük bir gizemi içinde taşır, herkes hayata geçirilmesi gereken büyük bir potansiyeli taşır. Herkes bir gelecekle doğar...

Ve çocuklar buna en çok muktedir olanlardır. Onlar doğal mistiklerdir. Ve onlar toplum tarafından mahvedilmeden, diğer robotlar, diğer bozulmuş insanlar tarafından mahvedilmeden önce onların biraz meditasyonla tanışmalarına yardım etmek daha iyidir......Onlar zekalarını yitirmeye başladıkları gün zerafetlerini kaybetmeye başlarlar.


Onlar doğal ritmlerini, doğal nezaketlerini kaybetmeye başlarlar ve plastik davranışları öğrenmeye başlarlar......


Tam on dört yaşına yaklaşıyorken meditasyona başlaman gerekir. Her yedi yıldan sonra zihin değişir.

On dördüncü yılda çok büyük bir değişim olacak......

Çocuklar meditasyona dans aracılığıyla çok kolay girebilirler çünkü dans doğal olmayan, yapay bir şey değildir; insan dansın gerekliği ile doğar......


Onların bastırılmış enerjisi açığa çıkarılmalıdır...

Bhagwan Shree Rajneesh

10 Mart 2011 Perşembe

Ferman-ı Bildiriye :)

Yazma dürtümüzü bloglara nehir eylesekte ne yazık set vurmakta geri kalmadı devletü-aliye ey ahali!

Geldi dan dun kapattı tüm ahvali...

Şimdilerde bendeniz blogger dan sonra fevkaledenin fevkinden antipatik bulduğum; ancak denize düşen yılana sarılır edasında hışımla kendisine yapıştırılan evvelüyatı geçmişimizi ne olursa olsun bir gün biter inadı ve inancı ile buradan tazeleyecek hoppidinak http://www.mehmetruzgar.wordpress.com/ a yedekleyceğim.

Sebebi ahvali bilineki aslı buradadır,bir gün mahkum olmam lazım gelmeye inşallah ki diğer taraftaki gölgesinin alameti harikasıdır.

Bildiririm....
Ebru:)

Herhangi bir yerde,özellikle kadın olmak! (Annelerindunyasi.com için yazdımm)



Annemi hatırlıyorum bugün, üzerinde nişanlık,nikahlık, lak lak lık lık bir görücü zamanından kalma krem rengi mantosu ile bir Ocak akşam üstüsü beni nefesime hükmedemeyecek kadar açık alansız giydirerek dışarı çıkardığını.


Adımlarına yetişmek için esnek olduğundan şüphelenmeye başladığım kolumu vücudumla aynı hizada tutmak için ayaklarımın birbirine dolandığını…



Tüm gün temizlik yapmış , o ayazı ayaz Ocak gününde evini pürüpak etmiş ,kaldırım taşları gibi pare pare ellerini soğuktan korumak için avuçlarımı da alarak cebine sakladığını…
Pazarın girişine, aynı zamanda kalabalığında göbeğine gelişimizi.



Zaten kaybolmaya başlayan gün renginin ardından, sadece bacak hizasında kalan gözlerimden; bir hint kovalamaca filmi sokağını andırır halde karışık etrafın hiç görünmediğini.
Annemin yorgun vücudu; babamın gelişi ile geç biten ev işi arasında kalan süreyi pazarda en iyi şekilde değerlendirmek istercesine koşturuyorken, soğuğun “hakikat dediğin budur “dercesine iliklerimize kadar işlediğini.



Dur, koş, çarp, dön, al ahvalleri ile ben tezgahların az üstünü ve benim gibi yerden çok yüksek olamayan birkaç çocuk yüzünü görerek turu bitirdiğimi…
Hatırlıyorum !



Yada bir 23 Nisan gününü…



Müsameremize yarım saat kala beni allayıp pullayıp gönderdiği okulun yan sokağından yukarı kremi kahveye çalan bir döpyesin içinde gayetinden bakımlı, topuklu bilekleri ile çıkışını…
Sınıfımın kapısında bir çoban yıldızı gibi parlayışını, tüm müsamere sahneden yalnız ona oynayışımı,



Gururumu ve gururumu gülücüklerle dünyayla paylaşışımı….
Kareler öyle net hafızamda öyle yerli yerindeki,çıkarıp sandığımdan resim bakıyormuşum gibi içine alıveriyor beni…



KADINlığımın ilk öngörüşü annemi hatırlıyorum.Hep aklında bir şeyler var ama aslında aklında hiçbir şey yok muş gibi…



Birileri sorduğunda yada uzaktan sorguladığında “Maşallah” ı anlında güzel bir evliliğin helalinden gelini o ve zaten böyle oldukça, payına düşeni yaşadıkça kıymetli!
Kabullenip gelmiş sanki başına geleceklerin bilincinde dünyaya…



Bedenin yorgunluğunu vücuduna, ruhunun yorgunluğunu KADINlığına vurarak.
Evet sahneler böyle geliyor bugün?



İyi birşeyler yazayım diyorum,karlı İstanbul un bembeyaz siluetine,Rüzgar ımın resimlerine,meteorolojinin baharı müjdeleyen hava takvimlerin bakıyorum ama tık yok!



Zihnimin dibe vurmuş yerinde kadınlarla ilgili düşüncelerim batık yitik


.
Çıkarılıp bir cevher gibi işlenmesi,bir anda olmadık şeyleri yoktan var etmesi olası cinsiyet aşamamızı evrenin kozmozunda bir yere koyamıyorum.



Düşünüyorum ki sadece kendi anılarım değil derdim, hiçbirimizin sadece iyi kötü anıları değil derdi, Derdimiz taa en başında her şeyin.



21. yüzyılda ne kadar evrim geçirmiş olursa olsun dünyanın bir yerinde mutlaka ezilen herhangi bir KADINının da.



Statüsü, gelir düzeyi, eğitimi veya kazanamadığı her hangi bir hakkı değil, suçu sadece KADIN olmasında!



Örnekleme lüzum bile yok, ne Ünzile den gireceğim, ne Hintliden,ne Tayvanlı 14 lük beden işçisinden,ne Sudan da Somali de sünnet,Ne İran da işkence edileninden,ne yanı başımda komşumdan ne de bazen kendi evimin içinden!



İstatistiği tutulup çöpe atılmış çoktan KADINlığın…



Bir dut ağacının yüksekliği gibi hür, dalları gibi geniş yüreği,
meyve verişindeki kudrete eş üretkenliği ,
ve ya yerlere düşmüş dutlar gibi çürüyüp giden hayalleri ile ay parçası gibi ortada ama bir o kadarda bastırılmış!



Elbette güzel şeyler var,güzel haberler,güzel fikirler,yerinde olmak istenenler !
Ama dengeler eş değil ve bu kadarı benim için yeterli değil!



Bir çiçeğin sağ alt yaprağındaki sola doğru sarı rengin içindeki yeşili fark eden, bir sokak hayvanının tökezleyen ayağı için arabasını zaman algısız sağa çeken, sadece sahip olduğu değil, sahip olunan tüm çocukların saçının teli ile ilgili haberde göz yaşı döken ,en kötüsü bile ruhunda bir yerinde melek ihtiva eden yaratık kadın!



Hani o elinin hamuru ile erkek işine karışmaması, en modern eşin yanında bile koordinasyonsuz konuşmaması, namusuna her aile kademesinde birilerinin mukayyetlik sorumluluğu üstlenesi KADIN…



Herşey bir tarafa dünya ile bilinmedik alemler arasında bir geçiş kapısı gibi duran bedeni ile doğar doğmaz bize can olan canan olan,yoktan var,vardan anne olan Kadın…
Hatırladınız mı sizde şimdi?



8 Mart mı? Martın 8 i yani? Hepsi o kadar!
Ebru

Oyun Grubu İkinci Buluşma!


Zamanlardan bir zamanmış, ben anne olmuşum,oğlum yaşını bile geçmiş,bir sıcak oyun grubunun içine dahil olmuşum....

Zamanlardan şimdiki zaman ooo...

Sudan çıkmış balık gibi çokça sersemleyerek,12 kollu ahtapot gibi sarılıp herşeyi idrak ederek,sonrada mürekkep balığı gibi arada bir çıkarıpta bizi şapşaşkın bırakan meleklerin öğrenme kulesine bir kutu daha çıktık.

Tam 5 anne,5 balıklı bence tam anlamı ile oyun grubu denilebilecek ilk buluşmamız bizim evsahibemiz Benan ve meleklerin ev sahibesi Duru ların evinde geçti:)

Cidden biz iyi organize olan güzel bir grup olduk değil mi hanımlar?
Hafta boyunca ne yapabilirizi konuştuk? Ne yaparız kararlaştırdık ve herbirini Yaptık!

Önce Durunun odasına dalıp özellikle erkeklerin bayan oyuncaklarına aşırı talepkarlığı ile zirveye ulaşan kuduruklaşmanın ardından Benan ın çocuklar için hazırladığı salona geçtik.Bu geçiş meşaketli oldu; lakin çocuklar güzelim odayı bırakmak istemediler.


Birlikte paylaşım edecekleri materyalli zamanları 10dk lar halinde belirlemiştik!
Ve ilk 10 dk bir arada yemek toplantımız oldu,Benan onlar için yere bir örtü serdi,dilimlenmiş meyvelerini getirdi ve oturdular.

10 dk yı bulmadı masa başı sohbetleri ama bir güzel yediler meyvelerini ve ilgili saat dilimi öğününün hakkını verdiler.

Akabinde bir dağılma,yani +20 serbest zamanımız,toparlayabilene aşkolsun!

Bunları tekrar bir araya toplayalım derken,kadın hüneri ile yapılmış Naciyenin homemade hamurlarını çıkardık ortaya!


Tabi bizim zihni sihilerde küçüğünden büyüğüne doğru masaya!



Minik parmaklar yoğurdu dağıttı,birbirinin hamurunu kaptı,
Biz biraz lafladık!

İkinci 10 dk mız; elde ıslak mendillerle halay çeker şekilde bitirilerek geçti anneler için,bizimkiler yine akabinde serbest halde doğru ortaya!
Topu istedi Rüzgar,Durunun odasına gitmek istedi Ateş,mutfağa koştu Eylül,Onlara bakakaldı Duru,Ne yapsam diyordu Minel!


Tam bir serbest zaman:)
Bu halden nasıl toplarız derken
yine resimsiz 3.bir aktivite ie başladık
şarkılar!


Cevizadamı,Mini mini bir kuşu,baş parmağımı ve daha hatırlamadığım şarkılarla çocukları yine bir araya getirdi annelik azmi!
Alkışladık oynadık, bir ara Benan ın kahvelerini yudumladık ,
Sonuncu 10dk mızdada kuzularımızın içini boyayıp bitirdik,Eylül Ve Rüzgar kalemleri ağızlarına sokmaya boyamaktan çok gelişi güzel kağıda dokunmaya meyilli idi.Minelse ne yazıkki habire önünden kağıdını alan Rüzgar dan ötürü boyamaya çok fırsat bulamamış olabilirdi:)


Çoook keyifli ama evde olmuş olmanın başı boş bırakamam hali ve yeni bir evin onları cezbeden ahvali ile bizi epey yorarak geçti.


Çıktığımızda balıkları taşıyamacak kadar halsizdik.Özellikle Ben ve Burcu!


Şöyle bir dönüp baktığımda tüm yorgunluğuna rağmen önce grubumuzun annelerine,sonra varlıkları ile hayatımıza renk katıp,neler oluyor telaşında uyum sağlamaya çalışan tatlı meleklerimize sonsuz teşekkür ve tebrik diyorum kendi adıma!


Yeni buluşmalarla,şimdilik gruptan Sevgiler
Ebru

Sadece Güldü! (Annelerindunyasi.com yazısı)



Güldüm,güldü…Sonra ben gözlerinin içine baktım,güldük,güldüm.


İçimden o gülünce sıcaklara göç ederken huzme huzme oynaşan kuşlar geçti, iki yana açıldı bir komedi oyununun tiyatrosu ve kapandı iki göz kapağının arasından ışıklar saçarak!


Gülüş aynı gülüş değildi o zaman diliminden herhangi birininkinin. Lakin daldığında içine tebessümden kaçmak söz konusu bile değildi.


En olmadık anda döken yağmur gibi sakinleştiren, en zirvesindeyken harbi zihni sinirimin beni ehlileştiren, onun hayata bakış açısıydı.




Nereye gidersem gideyim cebime attığım şekerlemeler gibi en dibe vurduğumda yüreğimi tatlandırırdı.


Ve belki de bazen onun en gülünmeyecek bulduğu paydada ben gülerdim hayata . Çünkü komedileştirmişti zamanı, en alakasız bir münazaraya bir bakışla ve ya bir anlayışla birkaç kelime de kahkahalar ekletmişti, bir kelime ile beni, bir ahval ile alemi gülücüklere boğmuştu ve arkasını yürüyüp gitmişti.


Bense dudaklarımı bir kelam için kımıldatamayacak kadar tebessümden yoksun olduğum anda bile onun bir oyuncağını yere düşürdüğü dakikada anlamsız masum, şartsız gülüşlerine asla kayıtsız kalamıyordum.Açılıyordu gökyüzüm, güneş geliyordu sarıdan turanja ,
Dönüyordu dünya ,gülüyordu dünya!


Ney miy di sebep bu anlara en çok? Çocukluk!


Damarlarına iliklerine kadar boyama kalemleri ile çizilmiş ,


iki çim yeşili dağdan akan turkuaz nehrin üstünde, buz mavisi gökyüzünün hemen altında,sirk gibi hareketli,herkesin eğlendiği, kötülüklerden arınmış çocuksu bakış açısı!


Aklımın bazen mukayyet olmakta bile zorlanacak kadar geniş olduğunu düşündüğüm sırada minnacık bir detaya muazzam bir hayal gücü ile masallar indiren neredeyse 14 aylık dimağıydı sebep!


Belki çizgi filmde aptalca dağdan aşağı yuvarlanan tilki, belki kolu bir anda koparak elinde kalan oyuncak kamyon şoförü veya pijamasının sağ ayağından elimi uzatarak yüzüne dokunduğum andaki basit ahenk kahkahalara boğardı onu!


Ve bana da ve sıcağı ile ısıttığı o yuvaya da baharlar doğardı berrak!


Çünkü tertemizdi yüreği, her karede bir komedi bulacak, her kareye bir kelime ile komedi konduracak kadar temiz, bardağın dolu tarafında, siyahı beyaz gören bir masumlukla!
Ve güldük tekrar, güldü,güldüm!


Gözlerinde hep güldüğü yarınları, hep çocuk kaldığı anları görmek istedim , Gördüm!
Tıpkı onun hayatı istediği gibi görüp te istediği kadar güldüğü ve güldürdüğü gibi….


Sevgiler
Ebru

8 Mart 2011 Salı

Blog yarattık kendimize,bir dünya yarattık aslen,paylaşmak için paylaşarak çoğalmak için...
Naçizane...Masumane...
Sonra kimsenin ne emek verdiğinden zerre haberi olmayan birileri gelip pire için yorganı yaktı ve tüm blogları kapattı...
Farklı internet hattından girebilen şanslı kısmın dışında blogları görüntülemiyorsanız, asla yazmadan duramayacak ahvalime bundan böyle http://mehmetruzgar.wordpress.com/
adresinden de ulaşabilirsiniz...
Ebru Başköylü